Kayseri ve İlçeleri |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
MiMAR SiNAN
|
Osmanlı Devleti'nin en parlak devrinin en büyük mimarı, Kocasinan adı ile anılan Mimar Sinan, 1490 senesinde Kayseri'nin Ağınas Köyü'nde doğdu. Abdulmennan oğlu Sinan, Yavuz Sultan Selim Han zamanında, 1512 yılında devşirme olarak İstanbul'a geldi. 1514'de Çaldıran, 1517 'de.Mısır seferlerine katıldı. Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında yeniçeri oldu. 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos seferlerinde bulunarak atlı sekban oldu. 1526'da katıldığı Mohaç Meydan Muharebesi'nden sonra sırası ile acemi oğlanlar yayabaşılığı, kapı yayabaşılığı ve zenberekçibaş.ılığa yükseldi. 1532'de Alman 1534'de katıldığı Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte Hakesi rütbesini aldı. Bağdat seferinde Van Kalesi muhasarasında, göz üzerinden geçecek kalyonları inşa edip üzerine top yerleştirdi. 1537'de orfu ile Pulya ve 1538 de Karasbuğdan seferlerine katılan mimar Sinan Karabuğdan seferinde seferdeki mimarlarının Prut Nehri üzerine köprü inşa edememeleri orduyu güç durumda bıraktı. Bu işe o sırada Sinan talip oldu ve 13 gün gibi kısa bir zamanda ordunun bütün ağırlığıyla geçebileceği büyük bir köprü inşa etti. Bu başrasıyla Kanuni Sultan Süleyman'ın dikkatini çekti. Aynı yıl ''Reis-i Mimaran-ı Dergah-ı '' Ali'' rütbesi ile başmimarlığa getirildi. Hayret uyandırıcı güzellikte ve sayıda eserler verdi.
Mimar Sinan, katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, İran, Balkanlar ve Avrupa'nın bir kısmını görüp mimari eserleri inceledi ve kendisi de gördüklerinden daha güzellerini inşa etti.
Mimar Sinan'ın İstanbul'da Mimarbaşı olmadan önce inşa ettiği ilk eseri Haseki Külliyesidir. Bu külliyede devrinin bütün .mimari unsurlarını birleştirmeyi başararak cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, daruşıfadan meydana gelen bu site onun san'at kabiliyetinin ilk hareket noktası oldu. Mimarbaşılığa getirildikten sonra da kendi gelişme grafiğinin üç ayrı merhalesini teşkil eden Şehzade Camii, Sultan Ahmet Camii ve seliye Camii büyük ilgi topladı. Kendisi ''Bu eserlerin., ilkinin çıraklık, ikincisinin kalfalık, üçüncüsünün de ustalık eseri olduğunu söyleyerek bu .gelişme çizgisini ortaya koydu. Mimar Sinan, özellikle Batılı Mimarların islam aleminde Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin ınşa edilemeyeceği iddiasını, kendisine ciddi bir problem saydı. Ustalık eseri Selimiyeyi inşa ederken bu iddiya cevap verme arzusunu ifade etti. Bunu da Ayasofya'nın kubbesini geçerek ortaya koydu. Sinan, kendi hatıratında bu konuda şöyle der :
Kefere-i Fecere'nin mimar geçinen takımının Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük kubbenin Müslüman mimarlarca yapılamayacağı yolundaki iddiası, benim yüreğime dert oldu. Bunun için Selimiye'nin kubbesini 4 arşın daha geniş ve 6 arşın daha yüksek İnşa ederek onlara cevap verdim.
Sinan'ın Edirne'de İnşa ettiği Selimiye Camii nin kubbesi, hakikaten Ayasofya'nın kubbesine üstten bir miğfer gibi oturacak şekilde varlığını devam etttirmektedir. Bu camiye yaptığı 4 minare üçer şerefelidirler. Her şerefesine ayrı ayrı merdivenlerden çıkılmaktadır.
Mimar Sinan, İstanbul'da Kanuni Sultan Süleyman adına İnşa ettiği Süleymaniye Camiinde ve Selimiye'de ortaya koyduğu mimari üslupla 5 asırdan bu yana Türk mimarisinin İlk milli sentezini meydana getirdi. Bugün bile mimarlık eğitimi ve inşa İmkanları en üst seviyeye çıktığı halde Sinan'ın eserlerindeki üslup, estetik ve proje derinliği aşılamadı. Mimar Sinan, 50 yılı bulan Mimarbaşılığı döneminde 84 cami, 52 mescid, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 su kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen ve 47 hamam olmak üzere toplam 265 eser vücuda getirmiştir.
Mimar Sinan çalışkan, dürüst, İnançlı kişiliğİ ile Türk San'atının yüz akı olma özelliğini daha asırlarca koruyacaktır. 1581de bir. asra yakın bir ömür sürdükten sonra, İstanbul'da vefat etti. Süleymaniye Camii'nin bir köşesine kendisi tarafından inşa edilen küçük türbesine defnedildi.
|
ABDULMUHSİN EL KAYSERİ
|
14. asırda Kayseril'de yaşamış bir bilgindir. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Babası, aynı dönemin sayılı alimlerinden Mecdüddin el Kayseri'dir. Kayseri'deki öğreniminden sonra Suriye ve Mısır'da eğitim görmüş ve tekrar Kayseri'ye dönerek burada talebe yetiştirmiştir. Abdul Muhsin El Kayseri, Eratnalılar devleti hükümdarlarından Sultan Alaeddin Ali'ye de hocalık yapmıştır. Kayseri'deki medreselerde dersler vermiştir.
Şair, edip ve hukuk alimi olan Abdul Muhsin el Kayseri'nin başlıca eserleri şunlardır :
Camiud Dürer : İslam hukukuyla ilgilidir. Manzum olarak yazılmış ve 1335 yılında tamamlanmıştır. Bu kitabını açıklayıcı bir başka kitabı da ''Şerhü Camiud Dürer'' adıyla yazıp neşretmiştir.
Şerhu'l Aruz : Şiirden ve aruz kalıplarından bahsetmektedir. Abdul Muhsin El Kayseri, bunlardan başka manzumetün fi'I-Fıkıh adıyla bir başka hukuk kitabı, Haşiyetü Gayeti'l-Beyan adında bir kitap ve Şerhu'n Necdiyyat adıyla da yine edebiyata ait bir kitap yazmıştır. Bu son kitabının yazım tarihi ise, 1367'dir.
Kitaplarının yazım tarihi, bu ilim adamının Osmanlıların kuruluş yıl1arında yaşadığını göstermektedir. Abdul Muhsin EI Kayseri, burada ölmüş ve yaşadığı topraklara defnedilmiştir.
|
ABDİ DEDE
|
Doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. Döneminin tanınmış sufilerİndendir. Hayatı hakkında etraflı bilgi bulunmamakla birlikte, Evliya Çelebi, Kayseri'yi ziyareti sırasında, dönemin güvenilir kişilerinden, bu zat hakkında ''Yakın zamanda kerametini görmüş hal sahibi adamlardan yemin ile işiterek yazdık'' dediğine göre, yaşadığı dönem 1550 ile 1650 arasında olmalıdır. Hakkındaki menkıbede ise özetle şöyle denilmektedir. Dönemin bazı çekemez adamlar, Abdi Dede'yi şikayet ederler. Hakkında yalancı şahit de dinletip, mahkemeden öldürülmesine fetva (hüküm) çıkartırlar. Bunun üzerine, yaşadığı tekkesine gidip, kendisi Kur'an okurken alıp, asmak üzere meydana götürürler. Darağacını kurar ve asarlar. Evini yağmalamak için döndüklerinde, Abdi Dedeyi yine dergahında Kur'an okurken bulurlar. ''Bakın şu hale, dar ağacından kurtulmuş'' diyerek yine alıp götürürler. Asmak için getirdiklerinde ilk astıkları Abdi dede, dar ağacındadır. Bu işe şaşırırlar ama, hırs gözlerini kapladığı için kerametin farkına varamazlar. Abdi Dede, asılmak üzere getirildiği bu yerde ilk asılan Abdi Dede'ye, Selamünaleyküm Ya Abdi Hak' der. Darağacındakinden de cevaben ''Ve aleykümüsselam Ya Abdi Sırrı Hak'' diye ses gelir. Buna rağmen, onu da ikinci darağacını kurup asarlar. Tekrar evine dönerler. Bu defa, yine evinde, onu Kur'an okurken bulurlar. O dönemde tekke, dergah ve ev bu gibi ermiş kişiler için aynı mekana ad olarak verilmekteydi. Gelenler, gördükleri üçüncü Abdi Dede getirildiği meydana asılmış yan yana duran iki Abdi Dedeyi görünce selam verir. ''Esselamü aleyküm ya Abdeyn Ümmeti Seyidi Kevneyn der. Cesetlerden cevap gelir ve aleykümüsselam Ya Abdurrahman hu hu'' diye. Caniler bu üçüncüyü de buna rağmen yeni bir darağacı kurarak asarlar...
Kayseri halkı bu olaydan haberdar olunca, ayaklanır. Abdi Dedenin katline fetva vereni ve aleyhinde olanlarla, asılmalarını gerçekleştiren yedi kişiyi teker teker asarlar. Abdi Dedeleri de ipten indirip, yıkar ve üçünü de ayrı ayrı defnederler....
|
AHMET HİLMİ GÜÇLÜ
|
1899 yılında Kayseri de doğdu. İlköğretimini burada, orta öğretimini Ankara Sultanisinde tamamladı. İstanbul Muallim mektebini bitirdikten sonra Kayseri'ye döndü. O yıllarda adıyla Dar'ül- Ebed mektebinde öğretmenliğe başladı. Kırk yıl boyunca çeşitli okullarda öğretmenlik ve idarecilik görevinde bulundu. Ahmet Hilmi Güçlü, 1927 yılında ilk Türkçe 11 Alfabeyi'' yazarak yeni yazı ile Cumhuriyet neslinin eğitilmesine öncülük etti. Milli Eğitim Bakanlığı 1970 yılına kadar Ahmet Hilmi Güçlü'nün alfabesiyle ilk öğretimde çocuklarımıza okuma-yazmayı öğretti. Bu bakımdan, Ahmet Güçlü, Cumhuriyet neslinin ilk öğretmeni olarak kabul edilir, milyonlarca Türk çocuğu onun kitabıyla okumaya geçmiştir. 9 Kasım 1976 yılında Kayseri de vefat etti ve buradaki aile Kabristanında toprağa verildi.
|
AHMET REMZİ AKYÜREK
|
1877 yılında Kayseri'de doğan Ahmet Remzi Dede, tanınmış bir Mevlevi Şeyhi'dir. Tahsilini Kayseri'de yapan Ahmet Remzi Akyürek, bilahare İstanbul'a giderek burada çeşitli görevlerde ve Mevlevi Şeyhliklerinde bulundu. Tarikatların lagvedildiği dönemde, Üsküdar Mevlevihanesi Postnişinliği yapıyordu. Buradan Üsküdar Selimağa Kütüphanesi Müdürlüğüne getirildi. 1944 yılında öldüğü güne kadar bu böygeye katıldı. Tasavvufi şiirleriyle de tanınan Dedenin, çok sayıda eseri vardır. Şehrimizde Seyyid Burhaneddin Türbesi'ndedir
|
AHİ EVRAN
|
''Anadolu Ahilik Teşkilatı'' nın kurucusudur. Ebu’l Hakayık unvanıyla da anılan bu büyük İslam aliminin esas adı Mahmud bin Ahmed'dir.
1171 yılında Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğdu. Döneminin büyük alimlerinden ve isimleri bugün bile unutulmamış Fahreddin Razi, Şihabüddini Suhreverdi, Evhadüddin Kirmani'nin kızı Fatma Bacı ile evlendi. Birçok Anadolu şehrini gezdi. Sonunda Kayınpederinin vefatı üzerine Kayseri'ye yerleşti. Burada ''Mürşid'il Kifaye ve Yezdan Şinahtl' isimli eserlerini yazarak, Kayser-i Sultanı Alaeddin Keykubat'ta takdim etti. Onun büyük ittifatlarını gördü.
Ahi Evran, Kayseri' de yerleştikten sonra, Dericilik işiyle meşgul olmaya başladı. Bu arada, başta Kayseri olmak üzere diğer şehirleri de gezerek buradaki esnafı teşkilatlandırdı. Onların mesleki birliklerini belli bir gelenek ve disiplin içerisinde korumaları için sağlam kurallar koydu. Kayseri' nin o dönemde de ticarette büyük gelişme göstermiş olması, bu hamleci insana burada gayesini gerçekleştirecek ortamı hazırlamıştı. Burada kurulan ilk Ahilik teşkilatları, o kadar büyük boyutlara ulaşmıştı ki, Mogolların Kayseri’yi işgali sırasında, Ahi Evran'ın hanımı Fatma Bacı Moğollara esir düştü. Kendisi de, varlığından rahatsız olanların şikayeti üzerine, Selçuklu Sultanına şikayet edildi ve yakalattırılıp hapse attırıldı. Beş yıl hapiste kaldıktan sonra, çıkınca buradan ayrıldı. Çeşitli bölgeleri gezdi. Bİr ara Denizli'de konakladı. Sadrettin Konakevi'nin daveti üzerine Konya'ya geldi. Burada bir süre kaldıktan sonra Kırşehir'e geçti. 93 yaşında vefat etti ve buraya defnedildi. Türk Kültür Tarihi'nde ilk Esnaf Teşkilatı'nın kurucusu kabul edilen Ahi Evran'ın Kayseri'deki faaliyetleri kendisinin ölümünden sonra da koyduğu sistem üzerine asırlarca devam etti. Yaşadığı yıllarda adına inşa edilen ''Ahi Evran Zaviyesi'' Osmanlı İmparatorluğu'nun son asrına kadar varlığını korudu. Bugün Talas Caddesi'nin batısında Döner Kümbet'in karşısında harabeleri bulunan Zaviye önem taşımaktadır.
|
ALAEDDİN ERETNA
|
14. asırda Kayseri'de Eratna devletini kurmuştur. Eniştei, timurtaş'la Ebu Said Bahadır Han adına Kayseri'yi yöneten Alaaddin Eratna, Timurtaş'ın burayı terketmesi üzerine, Kayseri'nin yönetimini tek başına üstlenmiştir. Alaeddin Eretna, bu sırada Karamanlılar'ın Kayseri'yi işgal ve itthakına karşı çıkmış ve 1343 yılına kadar ''Emir'' olarak idare ettiği kayseri'de bağımsızlığını ilan edip ''Melik'' olmuştur.
Kayseri'de iktidarı sırasında kendi adına para bastıran Alaeddin Eratna, o devirde ''Köşe Peygamber'' unvanıyla anılıyordu. Bastırdığı paranın bir yüzüne, Kelimei Tevhid'i, çevresine Dört Halife'nin adını, arkasına ise, ''muhammed Eretna, Es Sultan Ul'azam, Gıyas'üd-dünya ve ed-din Halled alllahu Mülkehü, duribe Kayseri'ye'' ifadesini koydurmuştur ki, bununla şöyIe demektedir. (Muhammed Eretna, ulu Sultan, dünya ve dinin koruycusu, Allah onun mülkünü ebedi kılsın. Kayseri'de darbedildi.) Bu paranın 1348'de basıldığı tespit edilmiştir.
Alaeddin Eretna, 1352 yılına kadar Konya'yı başkent yapan karamanlılarla mücadele etmiş ve sonunda esir düşmüştür. Hapsedildiği yoldan kaçmışsa da, iktidarını koruyamamış ve sonunda vefat etmiştir. 1352 yılında vefat eden Alaeddin Eretna, kendisi için yaptırdığı Köşk dağındaki türbesine defnedilmiştir. 1345 yılında yaptırdığı İmaretiyle türbesi bugün ayaktadır. Kendisinden sonra yerine oğulları Ali ve Cafer beyler geçmişlerse de, bunların saltanatı da uzun süreli olmamış ve 1937 yılında Kayseri'deki Eretna'lılar Saltanatı sona ermiştir
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|